Hava hafifçe serin, gökyüzü berrak bir mavilikteydi. Güneş, tıpkı dünyanın en parlak mücevheri gibi göz kamaştırıyor, etrafa ışık saçıyordu. Ormanın bir kenarında, henüz uykusundan yeni uyanmış bir yılan, uzun ve yavaş hareketlerle ilerliyordu. Yeşilin bin bir tonunu barındıran yaprakların arasında, yılanın parlak teni adeta bir nehir gibi kayıyordu. İsmi Sisri'ydi ve bugün, hiç beklenmedik bir maceranın içine adım atacaktı.
Sisri, ara sıra başını kaldırıp autouruna göz gezdirirken, uzağında monoton bir ses duydu. Bu ses, ne kadar uzağa gitse de kesintisiz bir şekilde devam ediyordu. Merak ve bir o kadar da heyecanla, sesin kaynağını bulmaya karar verdi. Ses, giderek keskinleşiyor ve yaklaştıkça, demir bir yılanın iniltisi gibi geliyordu kulağına. Ufukta, hızla yaklaşan bir treni gördüğünde, neredeyse nefesi kesildi. Yılanlar için trenler, efsanelerdeki büyülü varlıklar gibiydi. Sisri, bu devasa demir yaratığı yakından görmek için sabırsızlandı.
Tren, hızını kesmeden ormanın kenarından geçerken, Sisri gördükleri karşısında büyülenmişti. Pencerelerden insanların mutlu yüzleri, çocukların kahkahaları görünüyordu. Acaba içeri girebilir miyim? diye düşündü. Bu düşünceyle, bir cesaret bulup, trenin en son vagonuna doğru süründü. Zamanlama mükemmeldi; kapı aralıktı. Bir anda kendini trenin içinde buldu. Karanlık ve sıcak bir koridor onu karşıladı.
— Merhaba, kim o? diye bir ses duyuldu hemen arkasından.
Sisri, şaşkınlık içinde döndü ve parlak siyah gözleri, karşısında duran gösterişli bir horoz ile buluştu. Horozun adı Hürdü ve o da bu tren yolculuğunda beklenmedik bir yolcu idi.
— Benim adım Sisri, treni keşfetmeye geldim. Senin adın ne?
— Ben Hürdü. Bu trene yanlışlıkla bindim. Şimdi ise buradayım ve yolculuğun sonuna kadar beklemek zorundayım. Peşimden neden geldiğimi merak ediyorum.
Sisri, başını yan çevirdi, düşünceler içinde. Hürdü'nün asil duruşu ve parlak tüyleri, onu hayretler içinde bırakmıştı.
— Belki de, dedi Sisri yavaşça, hayat bize beklenmedik dersler öğretmek için bazen köşelerden dönüveriyor. Damlaya damlaya göl olurmuş, belki de küçük adımlarla büyük yolculuklar yapabiliriz.
Hürdü, onaylar bir şekilde başını salladı ve birlikte vagonlardan birine doğru ilerlediler. Trenin iç kısmı, birbirinden farklı yolcularla doluydu. Her vagon bir başka dünya gibiydi. Birinde, çocuklar gülüşüyor ve oyunlar oynuyorlardı. Bir diğerinde ise, insanlar kitaplarını okuyor, müzik dinliyor ya da pencereden dışarıyı seyrediyorlardı.
Sisri ve Hürdü, trene binmiş olmanın verdiği mutlulukla, birlikte dolaşıyor ve etraflarındaki insanların mutluluklarını paylaşıyorlardı. Herkesin yüzünde bir gülümseme vardı. İki yeni arkadaş, yavaş yavaş birbirleri hakkında daha fazla şey öğreniyor ve bu hikayenin kahramanları oluyorlardı.
Gün batımına doğru, Sisri ve Hürdü trenin son vagonunun penceresinden dışarıya baktılar. Güneş, ufukta yavaş yavaş kayboluyor, gökyüzü kızıla bürünüyordu. İkilinin yüzünde tatmin ve huzur ifadesi vardı. Bu yolculuk, onlara küçük adımların, büyük sonuçlar doğurabileceğini öğretmişti. Yılan ve horoz, artık sadece beklenmedik yolcular değil, aynı zamanda sıkı dostlar olmuşlardı.
Sisri, trenin ritmik sesiyle, Damlaya damlaya göl olur, diye mırıldandı. Ve böylece, iki arkadaşın tren yolculuğu, unutulmaz bir maceraya dönüştü. Onlar için artık önemli olan, varış noktaları değil, birlikte geçirdikleri zaman ve paylaştıkları anılardı.